Artık uzay çağında internet hayatımızı kolaylaştırdı. Eskiden hayal edilen bir çok şey bugün gerçek oldu. Para göndermek için bankaya gitmeye gerek yok artık. Alış veriş yapmak için mağazaya gitmeye gerek kalmadı. Tabi internetin milyonlarca iyi tarafı olduğu gibi bazı insanlara da sanal bir dünya kurma şansı verdi. Bir çok insanı da hayal perest yaptı. Bir çok insan kendine sanal bir hayat kurdu. Facebook insanların hayatlarını işgal etmeye başladı. Milli ameleler bile profillerine yakışıklı erkek resimleri ekleyip hobilerine imdb nin en iyi filmler listesinden bir kaç film girip meslek olarak ta Sporcu yazdı. Ben internetle tanışalı uzun zaman oldu. Bir nevi bende sanallaştım diyebiliriz. İnternet olmadan bende yapamıyorum. Tabi bunun bir çok sebebi var önemli değil konumuza dönelim. Mesela 3 yada 4 sene önce ye kadar Knight online vardı çok popülerdi, insanlar sırf oyunda bir silah alacağım diye arabasını evini satanları duyduk. Oldum olası da anlayamadım bu tarz insanları. Bilmiyorum belkide onlarda kendilerine sanal bir dünya kurmuştu. Ben nete yeni takıldığım sıralar griport.com diye bir forum sitesi vardı. Sabah akşam oradaydım. Yardımlaşırdık paylaşırdık. Sohbet sitelerinde küfür ederdik millete, falan yavaş yavaş internetten çevrem oluşmaya başlamıştı başka şehirlerden hatta başka ülkelerden realde olan arkadaş sayımdan çok fazlası internette vardı. Böyle gelgitler arasında gerçek yaşamdan kopmaya başlamıştım. Bu aşamayı hızlı bir sosyal çevre ve hobilerle (balık tutmak, ava gitmek vs) atlattım. Ama bir çok kişinin şu yönünü de gördüm. İnternetten saatlerce sohbet ettiğim biriyle karşı karşıya gelince 2 kelime konuşamamıştık. O internette çok rahat olan, fırlama diye tabir ettiğimiz çocuk gerçekte içine kapanık …. burası çok uzun. Yani sözün özü şu. Kendinize sanal hayatlar kurmayın. Sanala takılırken realden kopmayın. İnternet kimileri için hayat kimileri içinde sadece iddaa sonuçları ve film izlemek, Bazıları içinse oyundan ibarettir. Sizin için hangisi olursa olsun monitörün karşısından kalkmayı bilin. Güneş hala doğudan mı doğuyor? bakın. Ağaçlar hala yeşil mi? yaz geldi mi? Benden bu kadar
Bir Bilen ile Antakya Gezisi
Antakya şehri anlatmakla bitmez derler Antakyalılar sadece yaşanır diyorlar. Biz de bugün bu şehri bir Antakyalı olan bir insandan dinleyeceğiz.
Bir yabancı ilk kez bu şehre geldiğinde nereden başlaması gerekir gezmeye sorusuyla başlıyoruz mülakatımıza…
Arkeoloji müzesini gezmek gerekir, burası dünyanın sayılı müzelerinden biridir, en büyük eseri Mozaikleridir, Dünya da ikinci sırayı alır.
Antik çağ da Kahire ve İskenderiye’den sonra üçüncü yerleşim merkezidir. O dönemden kalma bir çok eserler bu Müzede sergilenmektedir. Eğer tarihi seven biriyseniz ilk uğrayacağınız yer burası olmalıdır.
Buradan çıktıktan sonra Antakya da ikinci durağımız neresi olmalıdır?
Habib Neccar Dağı eteğinde bulunan eski adı Silpius Dağının batısında bulunan 13 metre çukurluğunda kayalara oyulmuş, 9,5 metre genişliğinde bir mağarada bulunan, Dünyanın ilk kilisesi Saint Pierre bulunmaktadır. Antakya merkezden 2 km uzaklıkta, Reyhan’lı yolu üzerindedir. İsa peygamberin baş havarisi olan Azizi Petrus tarafından yapılan bir mağaradan oluşmuş bir kilisedir.İsa peygambere inanan insanların gizlice ibadet ettikleri ,Dünya’nın ilk kilisesidir.Girişte,tabanda günümüze kadar intikal etmiş taban mozaikleri bulunmaktadır.Karşıda sol köşede bir insanın sürünerek geçebileceği bir delik bulunmakta,bu delik bir kaçış yolu olarak kullanılmıştır.
Özellikle ibadet esnasın da bir kaçış yolu olmuştur. Sağ köşe de yukarıdaki kayalardan sızan ve o zaman kutsal sayılan bu su ,bir çukurda toplanıp vaftiz törenlerinde kullanılmıştır.
Şifa niyetine kullanan insanlarda vardır günümüzde. Kilisenin dış duvarı zaman içerisinde Romalılar döneminde yapılmıştır. Günümüze gelesiye kadar birçok onarımdan
Geçmiştir. Vatikan tarafından hac yeri ilan edilmiş, her yıl Antakya’ya Hıristiyanların buluşma noktası olmuştur.200 metre ilerisinde kaya üzerine oyulmuş, Cehennem kayıkçısı denilen bir insan sureti figürü vardır.Bizans döneminde şehre yayılan veba salgınından insanları koruma amaçlı yapıldığı bilinmektedir.
Şimdi burdan çıktıktan sonra bizi nereye götüreceksiniz?
Yolculuğumuz şehir merkezine olacak ve oradaki gezilecek yerleri anlatacağım. Biz de seve seve sizi dinliyoruz. Önce karnımızı doyuralım, gezmeye devam ederiz.
Kurtuluş caddesinde bulunan, ismini suveyka denilen yerden alan, Suveyka denilen lokantaya gidelim, bu lokanta yöresel yemekleri ile ünlüdür. Burası tarihi dokusu korunarak restore edilmiş,eski bir Antakya evidir. Antakya insanlarının karakteristik özelliği olan sıcak kanlı davranışlarıyla karşılandık. Garsonlar bize hemen bir yer gösterdiler,
hemen yöresel mezeleri içeren yiyeceklerle masamızı donattılar. Bunların adları muhammara (cevizli biber), humus (nohut ezmesi),fava(bakla ezmesi), kekik salatası, zeytin ufalaması, çoban salatası geldi. Sofrayı görünce karnımızın açlığı bin kat arttı, hemen yemeye koyulduk, ana yemek gelmeden karnımız nerdeyse doymuştu.
Ana yemek olarak oruk, kağıt kebabı, sini kebabı, aşure, keşkek geldi. Çok lezzetli yemekleri yedikten sonra, ben merakıma yenilerek oruk yemeğinin tarifini istedim.
Oruk içli köftedir. İçli köfteye Antakya’da oruk denirmiş.
Malzemeleri, bulgur, dışı için yağsız dana eti, salça, baharatlardan oluşan bir köfte hazırlanır. İç malzemeleri için koyun etinden kıyma, soğan, ceviz içi, baharatlardan kimyon, karabirer
konulur, bol yağa ile kavrulur. Yoğrulmuş olan dış köfte bir parça elimize alınarak yuvarlanır, daha sonra baş parmakla delik açılarak ince olmasına dikkat edin. Bu yuvarlak
köfteye iç hazır konur, daha sonra oval bir şekilde kapatılır. Suda yada yağda kızartılır. Fırındada pişirilir isteğe göre. Yemeklerimizin üzerine olmazsa olmaz tatlımız künefemizi de bir güzel yedik.Kahvelerimizi başka bir yerde içmek üzere bu yerden ayrıldık.
Nevşehir gezimden
Nevşehir’e işim düşmüştü hem gezi hem ziyaret diye biliriz.Neyse kar, kış diyerek otobüsle yola çıktık 4 saatte falan Nevşehir’e indik. Taksiciyle pazarlık yaptıktan sonra çat beldesine 25 liraya gitmeye ikna ettik.Taksici tabi taksimetre vs ayaklarına yattı.:) Yermi anadolu çocuğu kabala pazarlık varken.Çat Nevşehir’e 8 km civarında küçük bir ilçe, gördüğüm kadarı ile belediyelik.Çat’ta özel bir özürlü bakım merkezi var.Orada kalan bir akrabamız var.Büşra ve poyraz bakım merkezleri olarak geçiyor merkezin adı.Güzel bir yer.Neyse hastamızı ziyaret ettik falan derken saat ilerledi gitme zamanımız gelmişti.Çat’ın içine geldik. Nevşehir’e otogara gidecektik.Sorduk soruşturduk ne ile gideriz otogara.Esnaftan otobüs var ama hangi saatte gider bilmiyoruz dediler.Hayda dışarıda hava -18 derece biz otobüs bekliyoruz.Sağ olsunlar otostop yaptıklarımızda almıyor.Kaldıkmı Çat’ta. 🙂 Nevşehir’e gidecek bir amcanın sayesinde Arkası açık Skoda pickup araba ile şehir merkezine indik.Tabi biz oraya varana kadar – 18 derece bir havada arkası açık araba ile donmuştuk.İndiğimizde hiç bir şey hissetmiyorduk.Sora sora bağdat bulunur hesabı otogarı bulduk bunun içinde 1 kaç km yürüdük. :)Nihayet otogara vardık ve dönüş biletini aldık.En son ellerimi hissetmeye başladığımda Aksaray’a varmıştık.Sonra uyumuş kalmışım.Garib bir Nevşehir gezisi oldu.Ve hala inanamıyorum Çat’ta yaşayan insanların otobüslerinin saat kaçta olduğunu bilmemelerine
DEREBUCAK
Konyanın Derebucak İlçesi Toros Dağlarının Eteklerinde Küçük Bir İlçe Tertemiz Havası ve Tabiat’ın Oluşturduğu Mağaraları İle Ünlü Güzel Bir İlçe.Turizme Kazandırılmayı bekleyen mağraları görmeye değer.Balat İni Mağarası Bunlardan Bir Tanesi Girişte Havanın Soğuk Üst Katına Çıkıldığında Yüzünüze Sıcak Bir Havanın Estiğini Hissedebilirsiniz. Yaz Aylarında Mağara Şenlikleri Yapılarak Mağaraları Turizme Kazandırılmaya Çalışılıyor. Civar Kasabalardada Bunun gibi Bir çok Mağara bulunmaktatır.Halkın Büyük Çoğunluğu İlçede Çıkan ve Sadece Bir Kaç Evin Kurtulabildiği Büyük Yangın Yüzünden Yurtdışına Göç Başlamış Ve Büyük Çogunlu Yurt Dışına Göç Etmiştir. İlçenin şu anki nüfusu üçbindir.
Gezilerimden
Bugün sizlerle küçük bir seyehate çıkalım,Akdenizin en eski şehirinden söz edecem.Bir tür gezi ve bilgi paylaşımı olacak.
Bu yaz akdenize yapmış olduğum gezilerden biri. İlk defa Mersine giden birisi olarak bu şehri sevdim, havası, doğal güzellikleri çok etkileyici. Yolculuk boyunca
Toros dağları size eşlik ediyor, yanlızlık çekmeyin diye sanki. Renklerin uyumu insanı başka bir dünyaya götürüyor, yeşil ve mavinin uyumu hiç bu kadar güzel gelmemişti
bana, yolculuk boyunca. Arabayla yaptığımız bu yolculukta en dikkat ettiğim bir diğer konu da tarihi güzelliklerini görmem ve içlerinden geçmem oldu. Ben bu yolculuğa
Konya’dan başlamış olduğumdan, bir tarihi şehirden, bir başka tarihe yolculuk yapmam beni heyecanlandırıyordu. Dağlardan sahile doğru inmeye başladıktan sonra ilk ilgimi
Çeken denizin ortasındaki Kız kalesi oldu, mavi suların içinde endamıyla dimdik duruyordu kale, ben eski ama yeniyim dercesine dimdik ayakta size selam veriyordu
Kız kalesi, Mavi suların ortasında gökyüzündeki martılar ona arkadaşlık, denizdeki insanlarda dostluk gösteriyordu. Kendi kendime dedim ki İstanbul’da ki kız kulesinin başka bir suretimi dedim, ama tabi ki İstanbul’daki Kız kule’sinin ayrı bir hikâyesi olduğunu duymuş ve okumuştum.
Mersin şehrinin Kız kalesi hakkında pek bir bilgim olmadığından, hemen bilgi araştırması yaptım. Bunu sizlerle paylaşmak isterim, Erdemli ye bağlı bir kasabada bulunuyor
Kız kalesi, Erdemliden 23 km uzaklıkta batı da yer alan bir yer, tarihteki adı Korykos Antik Kenti olarak geçiyor, Şehri korumak için yapılmış sağlam surlardan
Oluşmaktadır.
M.Ö 4. yüzyıllarında inşa edilmiş canlı bir Roma şehri dersek yanlış olmaz galiba. Bu Antik şehirde yaşayan devletler, Roma, Bizans, Lusigman ve Kahraman oğlu
Yaşam sürmüş.
Denizin ortasında sağlam taşlardan yapılmış surlar size bakarken düşüncelere dalıyorsunuz o devirde nasıl yaptılar bu kaleyi diyorsunuz.
Günümüzde olsa çok kolay yapılır inşa edilir deriz ama o eski devirde teknoloji yokken sadece insan gücü ile yapmış olmaları insanı düşündürüyor, takdir ve saygı
Duymamızı sağlıyor. Kız kalesinin o ihtişamından sonra yolumuzun üstünde tarihi bir yer olan Kanlı divane den söz etmek istiyorum. Burdaki halk bu şehrin değerini
bilmiyor, her yer çöp, tarihi taşlarıda mezar taşları yapmışlar maalesef. Kanlı divane büyük bir çukurdan oluşmaktadır. Bu şehirde Helenistik, Roma, Bizans döneminden kalma
tapınak, kuleler, kadın ve erkek heykelleri bulunmaktadır. Bir rivayete göre o dönemin Kralları suçluları bu obruğa atarlarmış ve içinde vahşi hayvanlar bulunurmuş.
Tarih insanı şaşırtmaya devam ediyor işte, derin çukurun duvarlarındaki resimleri orda görmek dokusunun bozulmamış olması, insanların resme zarar vermemesi
ayrı bir mutluluk, son olarak her yıl burada uluslar arası müzik festivali yapılıyormuş. Dünyanın bütün şehirlerinden buraya gruplar gelerek konserler düzenleniyormuş.
Gün o kadar hızlı akıyor ki burada zaman yetmiyor. Çok gezilecek yerler var Mersin de ,deniz ve tarih iç içe olduğundan insan denizede girmek istiyor hemen.
Biraz mola verip denize girmeyi düşünürken, bir bakıyorum kendimi Cennet ve Cehennem Obrukların da buluyorum.
Cennet ve Cehennem adı insana ölümüde düşündürüyor. Cennet ve Cehennem adını duyduğumda, Cennet’i yem yeşil bir yer olarak Cehennem’i ise kocaman derinliği olan kapkaranlık bir yer olarak hayal ettim.İlk olarak Cennet’e inmek istedim. Büyük bir Obruktu içi yeşil ağaçlarla dolu bir çukur. İçine inmek için merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başlıyoruz, bugün burası oldukça kalabalıktı.
Tek sıra halinde merdivenlerden inmeye başlıyoruz, bazıları inerken basamak saymaya başlıyordu. Ben de basamaklardan inerken basmakları inceliyor, taşların nasıl işlendiğine bakıyordum. Artık yavaş yavaş Cennete gelmeye başladık, içerisi soğuk ve yerler kaygan olmaya başlamıştı. Mağranın içi çok kaygan inerken çok dikkatli olmalısınız.
Üstünüze yukardan su damlaları akıyor, yerler bu sayede kaygan oluyor çok dikkatli olmasınız. Şimdi artık Cennet’in tam göbeğindeyiz. İçerisi karanlık, nemli ve kaygan.
En güzel yanı sesinizin size geri gelmesi, ses yankısı çok hoş bir duygu. Size yeri gelmişken kısa bir bilgi notu aktarmak istiyorum. Eski çağlarda buraya Korikos
mağraları denirmiş. Buranın sahipleri Ejder Typhonun meskeni sayılırmış. Mağranın ağzında da bir kilise bulunmaktadır. Bu kiliseyi bir dindar rahip yaptırmış. Cennet
mağrasında 452 basamak bulunmaktadır.300’cü basamakta ise Kilise bulunmaktadır.Şimdi geri dönüş için merdivenlerden tırmanmaya başladık çok yorucu çıkmak Cennet’ten. Bu arada aklıma gelmişken basamakları saymaya uğraşmayın yukarıda girişte tabelada yazıyor. 😀
Zor da olsa tırmanışımız biti ve cehennem çukuruna doğru yürüyüşümüz başladı ,burası 705 metre uzaklıkta bir yer.Çok dehşetli büyük bir çukur ben aşağıya bakamıyorum
yükseklik korkumdan. Yanımdakiler bana gülüyor :)))).Buranın hikayesi de suçlular buraya atılırmış. Ne günlermiş dedim kocaman bir çukura atılmak ve ölmek duygusu beni
kötü yaptı. Bir an önce gitmek istedim işte.
Gezmek ve görmek bitmez bu şehirde daha çok yer var gezilecek ama ben bugün gezime nokta koydum, şimdi biraz denize girmek ve serinlemek istiyorum müsadenizle.
Son olarak eğer bir gün yolunuz bu şehre düşerse gezmenizi tavsiye ederim. Hayatımız bizlere güzel ve sağlıklı bol gezme şansı sunsun. Hoşça kalın.